Suriye'de, muhaliflerin başkent Şam'ın kontrolünü ele geçirmesinin ardından "İnsan mezbahası" olarak anılan Sednaya Cezaevi'nde yaşanan Esad zulmü ortaya çıktı.
Muhalifler, Sednaya'nın kapılarını açarak tutukluları serbest bıraktı ve halkın kayıpları aramasına izin verdi.
ESKİ MAHKUM, HER ŞEYİ BİR BİR ANLATTI
Suriyelilerin "İçeri giren kaybolur, çıkan yeniden doğmuş gibidir" sözleriyle tanımladığı bu hapishaneye 14 Ağustos 2014 tarihinde giren ve 10 ay boyunca burada kalan Ömer Şuğri, maruz kaldığı insanlık dışı işkence yöntemlerini detaylı bir şekilde anlattı.
sözleriyle tanımladığı bu hapishaneye 14 Ağustos 2014 tarihinde giren ve 10 ay boyunca burada kalan Ömer Şuğri, maruz kaldığı insanlık dışı işkence yöntemlerini detaylı bir şekilde anlattı.
KIRMIZIYA BOYAMALARININ ÖZEL BİR ANLAMI VAR
Sednaya Hapishanesi, iki büyük binadan oluşur. Birinci bina İngilizce "L" harfi şeklindedir, ikinci bina ise "Kırmızı Bina" olarak bilinir.
Ömer'in anlattığına göre, "Kırmızı Bina" başlangıçta kırmızıya boyalı değildi.
Ancak 2008 yılında Sednaya'daki isyanın ardından, mahkumlara bu isyan sırasında arkadaşlarına yapılan işkenceleri hatırlatmak için kırmızıya boyandı.
Ancak 2008 yılında Sednaya'daki isyanın ardından, mahkumlara bu isyan sırasında arkadaşlarına yapılan işkenceleri hatırlatmak için kırmızıya boyandı.
HASTA OLDUĞU HALDE "İYİYİM" DEDİ
Ömer, Sednaya'ya götürüldüğü eski ve harabe haldeki soğutucu kamyonun kapısı açıldığında, birkaç saniye içinde gardiyanlar Ömer ve beraberindeki 54 mahkumu dövmeye başladı.
Ömer, Sednaya'ya götürüldüğü eski ve harabe haldeki soğutucu kamyonun kapısı açıldığında, birkaç saniye içinde gardiyanlar Ömer ve beraberindeki 54 mahkumu dövmeye başladı.
Ömer, o sırada tüberküloz hastalığının belirtilerinden muzdaripti. Ömer'in sağlık durumu, Askeri Güvenlik Şubesi'nde kötüleşmişti ve gardiyanlara bunu bildirmeyi düşünüyordu.
Gardiyanlar, mahkumlara hasta olup olmadıklarını sormaya başladılar.
Bir mahkum "Evet" diye cevap verdi. Bunun üzerine gardiyanlar, "Senin bakıma ihtiyacın var. Yaklaş!" diyerek ona şiddetle saldırdılar ve onu öldürdüler. Ömer'e de aynı soru sorulduğunda, hasta haliyle "Ben gayet iyiyim" dedi.
YERE KAPANDILAR, GARDİYANLAR SIRAYLA DÖVDÜ
Tüm tutuklular tamamen soyunmaya zorlandı. Ardından secde pozisyonunda yere kapandı.
Ardından gardiyanlar tank kayışıyla tutukluları sırayla dövmeye başladılar. Kayışın kalınlığı 5 cm, genişliği 10-13 cm arasında, uzunluğu ise 60 ile 70 cm arasındaydı.
Ömer, bu işkence yönteminin ne kadar zalim olduğunu dünyaya anlatmaya çalışırken şöyle diyor:
"Düşün, gardiyan bizi döverken her iki elini de kullanmak zorunda kalıyor. Çıplakken, kayışın bir darbesi kaburgalarını felç eder. Kayış sırtına ulaşmadan önce, korkunç bir ses duyarsın... Hava sesi. Kayış darbesi vücuda ulaştığında havaya sıkar gibi fişek sesi çıkar."
"ACININ YOĞUNLUĞUNDAN KALBİM ÇÖKTÜ"
Ömer, tank kayışıyla vurulması sonucu yaşadığı acıyı şöyle ifade etti:
"Dövüldüğümde artık hiçbir şey hissetmiyordum, etrafımda olan bitene dair algımı kaybettim ve acının yoğunluğundan kalbim çöktü."
Ömer, tank kayışıyla vurulması sonucu yaşadığı acıyı şöyle ifade etti:
“Dövüldüğümde artık hiçbir şey hissetmiyordum, etrafımda olan bitene dair algımı kaybettim ve acının yoğunluğundan kalbim çöktü.”
"ORGANSIZ CESETLER GÖRDÜM"
Ömer'in ifadesiyle, acı dolu "karşılama partisi"nin bitip cezaevine girmesinden sonra odalardan birinde tutukluların cesetlerinin korkunç görüntülerini gördüğünü ve o çürümüş cesetlerin yayılan kokusunun keskin olduğunu ifade etti.
Ömer'in ifadesiyle, acı dolu "karşılama partisi"nin bitip cezaevine girmesinden sonra odalardan birinde tutukluların cesetlerinin korkunç görüntülerini gördüğünü ve o çürümüş cesetlerin yayılan kokusunun keskin olduğunu ifade etti.
Ömer: "Organsız cesetler gördüm, bazılarının vücudu sağlamdı ve o vücutların karnı açıktı. Bu cesetlerin hikayesi gizemliydi. Organların satılmak üzere çalınıp çalışmadığını bilmiyorum. Cinsel organı olmayan cesetler de gördüm"
-
Ömer, Sednaya Hapishanesi'ndeki tek kişilik hücresine tekrar döndü. Tutuklular şiddetli açlık çekiyordu, suların kesilmesi ile birlikte durum daha da kötüleşti.
Ömer, Sednaya Hapishanesi'ndeki tek kişilik hücresine tekrar döndü. Tutuklular şiddetli açlık çekiyordu, suların kesilmesi ile birlikte durum daha da kötüleşti.
Tek kişilikli olan bu hücrelerde 8 ila 12 kişi tutuluyordu. Ömer şöyle diyor:
"Yanımdaki hücrelerde beş kişi öldü. Geriye kalan tutukluların artık ayakta duracak yeri bile yoktu çünkü cesetler hücrenin enine ve boyuna yayılmıştı."
Tek kişilik hücresindeki on birinci gününde, Ömer ve diğer tutuklulardan yer altından üst kata çıkmaları istendi.
Hepsine, önlerindeki tutuklunun "belinden" tutmaları ve başlarını önlerindeki kişinin arkasına yerleştirmeleri emredildi.
Ömer, "Eğer ellerin önündeki kişinin belinden kayarsa, ölürsün" diyor. İşte Ömer'in bahsettiği, Sednaya Hapishanesi'ndeki "ölüm treni" budur.
Tutuklular toplu hücrelere yerleştirilmeden önce, bir gardiyan onlara talimatlarını verdi ve Ömer'in anlattığına göre şöyle dedi:
"Burada Allah yok, namaz yok, hücre kapısı kız kardeşleriniz gibi, birinin ona yaklaşmasını kabul eder misiniz? O zaman hücre kapısından uzak durun."
KOĞUŞ BAŞKANI OLMAK ÖLMEK ANLAMINA GELİYOR
Sednaya'da koğuş başkanı olmak ölüme en yakın olman anlamına gelir.
Ömer, "Birçok tutuklu, koğuş başkanı olarak atanır atanmaz 15 dakika içinde öldü," diye ekliyor ve birçoğunun ölüm nedenini şöyle açıklıyor:
Koğuş başkanı, ölüleri çıkartırken veya yemekleri tutuklulara dağıtırken, gardiyanlar tarafından ağır şekilde dövülme riskiyle karşı karşıya kalıyor. Bu durumda da koğuş başkanı dakikalar ya da saatler içinde ölür.
Koğuş başkanı, ölüleri çıkartırken veya yemekleri tutuklulara dağıtırken, gardiyanlar tarafından ağır şekilde dövülme riskiyle karşı karşıya kalıyor. Bu durumda da koğuş başkanı dakikalar ya da saatler içinde ölür.
"ÖMER BENİ DÖVÜYORLAR"
Dayak değil de korkudan ölen koğuş başkanlarından birini Ömer şöyle anlattı:
"Adı Abdulahhap Reda Kariz'di ve Şam kırsalındaki Al Tall şehrindendi. Onu koğuş başkanı yaptılar. Öleceğini biliyordu, psikolojik durumu kötüydü, artık yemek yemiyordu.' Abdulvahhap, "Ömer, beni dövüyorlar" diye bağırıyordu. Ömer, "Biz yemek yerken, Abdulvahhap'ın vücudu duvardan hücrenin zeminine kaydı ve öldü."
Dayak değil de korkudan ölen koğuş başkanlarından birini Ömer şöyle anlattı:
"Adı Abdulahhap Reda Kariz'di ve Şam kırsalındaki Al Tall şehrindendi. Onu koğuş başkanı yaptılar. Öleceğini biliyordu, psikolojik durumu kötüydü, artık yemek yemiyordu.' Abdulvahhap, "Ömer, beni dövüyorlar" diye bağırıyordu. Ömer, “Biz yemek yerken, Abdulvahhap'ın vücudu duvardan hücrenin zeminine kaydı ve öldü.”
SORGU BİRKAÇ SANİYE SÜRMÜŞ
9 Eylül 2014 tarihinde, Ömer, Kabun'daki askeri polisin mahkemesine götürüldü. Orada sadece birkaç saniye süren kısa bir sorguya maruz kaldı.
Ömer, hakimin kendisinin silah taşımadığına, kimseyi öldürmediğine ve verdiği tüm ifadelerin işkence altında alındığına inanacağına umut etmişti.
Hakim, "Kaç kişiyi öldürdün?" diye sordu. Ömer, "Kimseyi öldürmedim," diye yanıtladı. Hakim, odadan çıkmasını emretti be dava hemen sona erdi. Ömer Sednaya Hapishanesi'ne geri gönderildi.
TECAVÜZ DEHŞETİ KAN DONDURDU
Sednaya Hapishanesi'ndeki tutuklular, cinsel istismarlara maruz kaldığını ifade eden Ömer, "Gardiyanlar alkol aldıktan sonra tutukluların bulunduğu hücreye girip yapılı bir tutuklu ile zayıf bir tutukluyu seçer ve yapılı olandan zayıf olana tecavüz etmesini isterlerdi. Gardiyanlar sarhoş olduklarında bazen hücrelere girip tutukluları döverler. Hücreden çıkarken, genellikle ortada bir kan gölü bırakmadan ayrılmazlardı" dedi.
Gardiyanlardan birinin, bitişik 10 hücredeki koğuş başkanlarına giderek her birinden yarım saat içinde bir kişiyi öldürmelerini istediğini anlatan Ömer, "Yarım saatlik sürenin bitmesine dakikalar kala, koğuş başkanı genellikle zayıf bir tutukluyu seçer ve boynunu kırarak öldürürdü. Çünkü eğer emri yerine getirmezse, gardiyanların elinde defalarca işkence görüp en sonunda öldürüleceğini bilirdi. Bazıları Necha Mezarlığı'na, bazıları ise Teşrin Askeri Hastanesi'ne gönderiliyordu" ifadelerine yer verdi.
ÖZGÜRLÜĞE GİDEN YOL
Ömer, tutuklanmasının üzerinden iki yıl sekiz ay geçtikten sonra yeniden özgürlüğü tadabileceğini hiç beklemiyordu.
Esed rejimi ordusunda görevli bir subay, Ömer'in ailesinden hayatta kalanlara, 15 bin Amerikan doları karşılığında Ömer'i Sednaya Hapishanesi'nden çıkarma sözü verdi.
Subay sözünü tuttu ve Ömer'i Sednaya Hapishanesi'nden, mahkemeye bile çıkarmadan serbest bıraktı. Hapishane görevlileri Ömer'i Sednaya'daki bir sokağa götürdü ve orada serbest bıraktı.
Ömer, serbest kaldığında hemen Şam'a yöneldi. Ancak o sırada köyü Banyas'ın Beyda bölgesinde gerçekleştirilen katliamlardan sonra annesinin ve ailesinin hayatta olup olmadığını bilmiyordu.
Ömer, Suriye'nin başkenti Şam'daki Zablitani Mahallesi'ne ulaştığında sadece 35 kilogram ağırlığındaydı.
Orada birkaç genç onu karşıladı ve ailesiyle iletişim kurmasına yardımcı oldu. Bir süre sonra bir kişi geldi ve Ömer'i Şam'daki bir otele götürdü.
Ömer burada annesiyle iletişim kurma şansı buldu. Ancak kısa bir süre sonra verem hastalığı nedeniyle sağlık durumu kötüleşti ve özel bir hastaneye kaldırıldı.
Sağlığında küçük bir iyileşme olmasının ardından bir subay, Ömer'i Hama kırsalındaki Kalat El-Madik bölgesine götürdü. Buradan ise Türkiye'ye kaçırıldı.
Ailesi, onu ilk gördüğünde adeta yıkıldı; zira hapishane, Ömer'in sağlığını tamamen tüketmişti.
Ömer o günleri şöyle anlatıyor:
"Küçük kardeşim, görünüşümden korktuğu için iki gün boyunca yanıma yaklaşamadı."
Ömer, Türkiye'de birkaç gün kaldıktan sonra bir tekneyle Yunanistan'a geçti ve oradan İsveç'e ulaştı.
Şu anda İsveç'te yaşıyor ve hayatına devam etmekte kararlı görünüyor. İsveççe öğrenen Ömer, kendi ifadesine göre yaşıtlarına kıyasla büyük başarılar elde etti ve verem tedavisi gördü.
Ömer, tutukluluk sürecindeki acılarını cesurca anlatıyor.
İşkence ve ihlallerden bahsederken yaşadığı duygusal yaraları gülümsemeyle karşılıyor.
Ancak içinde, kendi çektiği acıları ve diğer tutukluların yaşadıklarını tüm dünyaya anlatma konusunda güçlü bir kararlılık taşıyor.