Şu sıralar, ne zaman klavyenin başına geçip malum zihniyeti eleştiren iki satır yazı yazsam, altına; “Bu ülkenin gerçek sorunlarından bahsedin, enflasyonu, artan kiraları ve emeklilerin mağduriyetini yazın” şeklinde yorumlar yapılıyor.
Üç harfli marketlerde 2 TL olan yarım litrelik bir pet şişe suyun, büfelerde 5 TL’ye, kafelerde 20 TL’ye satılmasından rahatsız olmadığım sanılıyor.
Ev kiralamanın imkânsız hale gelmesinin, ev sahiplerinin artık kira kontratının yanında iki tane de kefil istemesinin, aynı apartmandaki bir kiracı 3 bin 750 lira kira öderken, yan taraftaki dairenin 13 bin 750 TL’ye kiraya verilmesinin benim de canımı yakmadığı düşünülüyor…
İkinci el aracını fahiş fiyata satan fırsatçının, gidip daha ucuza sıfır otomobil almasına itiraz etmediğim zehabına kapılanlar oluyor…
Her gün etiket değiştiren sepet şeytanlarına en ağır cezaların verilmesini, hatta mümkünse işletmelerine el konulmasını nasıl deli gibi arzuladığım bilinmiyor…
Evet!..
Emeğinin karşılığından başka hiçbir geliri olmayan bu fakir de yaşanan pahalılıktan ve açgözlü fırsatçılardan şekvacı…
Fakat ülkemizin, bu sorunun farkında olan ve üstesinden gelmek için canla başla mücadele eden bir lidere sahip olduğunu bildiğim için sabrediyor ve bu sıkıntılı günlerin bir an önce geçmesi için dua ediyorum.
*
Dolayısıyla “geçici” olduğunu düşündüğüm sorunlar yerine “yıkıcı” olarak gördüğüm sorunları dile getirmeye çalışıyorum.
Çünkü bu asil milletin, “ekmeksiz yaşayacağını ama vatansız ve hürriyetsiz yaşayamayacağını” biliyorum…
Kendilerini bu ülkenin asli unsuru olarak gören ve fildişi kulelerde oturan bir avuç jakobenin ise ellerine fırsat geçse “ikinci sınıf insan muamelesi” yaptıkları dindarları bir kaşık suda boğacaklarını ve yeniden ülkeyi 90’lı yılların karanlığına hapsedeceklerini görüyorum…
Bu nedenle, dilim döndüğünce bu konulara odaklanmayı tercih ediyorum.
Zira malum zihniyet, 21 yıl önce halkın oylarıyla gerçekleşen “Anadolu ihtilalini” hâlâ sindirebilmiş değil…
Muhafazakârların rahat bir nefes alması, kendileriyle eşit statüye gelmeleri, bu toplumda başları dik bir şekilde gezebilmeleri, onları kudurtmaya yetiyor.
Cumhuriyet’le birlikte kendilerine yerleşik bir düzen ihdas eden, iktidarı tekeline alan ve kurdukları geçici “cennette” gününü gün eden seküler yobazlar, yıllarca “ötekileştirdikleri” dindar kesim ile yan yana gelmeyi bir türlü sindiremiyorlar.
Kendilerini özgürlükçü, ilerici, seküler ve devrimci olarak lanse etikleri halde, hala Türk milletine bir avuç özgürlüğü ve demokrasiyi çok görüyorlar.
Bu yüzden de darbesiz, şiddetsiz ve sadece seçmen desteği ile iş başına gelen AK Parti iktidarını “otoriterleşmekle” itham ediyorlar.
Daha düne kadar dindar insanlara, başörtülü kadınlara kendi “kamusal alanlarında” yaşam hakkı tanımayanlar, şimdilerde;
“Kurguladığınız bu hayatta nefes alamıyoruz” şeklindeki serzenişlerle, Başkan Erdoğan’ı “diktatörlükle” suçluyorlar.
Sonra da hiçbir şey olmamış gibi eski Türkiye’den kalma alışkanlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar.
Kendileri yarı çıplak vaziyette ve özgürce dolaştıkları halde, kâh yolda, kâh metroda gördükleri tesettürlü kadınlara hakaret ediyorlar.
Tıpkı Kanal 7 muhabiri Meryem Nas'ın başına geldiği gibi, işini yapan başörtülülere saldırmaktan çekinmiyorlar.
Kendi çocuklarını henüz 2,5 yaşında bale kurslarına kaydettikleri halde, Diyanet’in düzenlediği 4-6 yaş Kur’an Kurslarını “ortaçağ zihniyeti” diye yaftalamaktan geri durmuyorlar.
Halkının yüzde 90’ından fazlasının Müslüman olduğu bir ülkede, çocuklara “seçmeli” de olsa din eğitimi verilmesini “gericilik” şeklinde lanse ediyorlar.
Şimdi de ilham aldıkları Batılı ülkeler bile 21 yaşından küçüklere içki satışı yapmazken…
İçimizdeki uzantıları;
Tey 1942 yılından, kendi dönemlerinden kalan, park, bahçe, mesire alanı ve sahil kordonu gibi ortak kullanım alanlarda içki içilmesini kısıtlayan 4250 sayılı yasayı hatırlatan valilik genelgesi üzerinden fırtına koparıyorlar.
“İstanbul’da halka açık alanda içki tüketilmesi yasaklandı” diyerek güya “seküler yaşam biçimine müdahale edildiği” iftirası atıyorlar.
Bir tanesi de çıkmış,
1+1 dairenin bile aylık kirasının 65 bin TL olduğu Datça’daki lüks bir sitede oturan komşularıyla, bu yıl denizde düzenlenen “Tekneli 30 Ağustos” kutlamalarına çok sayıda Mustafa Kemal desenli yelkenleri olan tekne katılmadığı için üzüldüklerini ve kızının Türkiye’deki geleceğinden endişeli olduklarını yazmış…
Tayyip Erdoğan’ı deviremediği için de Kemal Kılıçdaroğlu’na bir ton laf etmiş..
*
Özetle:
Malum zihniyet iki tane tekne ile bir kadeh içkiyi bile “rejim sorunu” haline getirip, “özgürlüklerinin ihlal edildiğini” ve “Tayyip Erdoğan Türkiye’sinde nefes alamadıklarını” söylerken…
75 yıldır bu ülkede “üvey evlat” muamelesi gören Müslümanların, tüm dünyayı derinden etkileyen ekonomik kriz ve fırsatçıların şişirdiği fiyatlar yüzünden AK Parti iktidarını insafsızca eleştirmesi bana hakkaniyetli gelmiyor!
Üstelik iktidarın, ekonomik sorunları çözmek için canla başla uğraştığı bir dönemde!..